Türkiye: Ekonomik Kriz Erdoğan Rejimini Sarsıyor

Yaklaşık 19 yıllık iktidardan sonra, Türkiye'nin en uzun süre görev yapan devlet başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın güçlü adam imajı hızla çöküyor. COVID-19 pandemisinin tetiklediği dünya ekonomik krizi, Erdoğan’ın krizlerle dolu rejimine bir başka ciddi darbe daha indirdi.

[Source]

Erdoğan’in Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) en son yüzde 30'luk oy seviyelerine ulaştı: neredeyse yirmi yıllık iktidarının en düşük seviyesi.

AKP'nin iktidara yükselişi dünya ekonomik patlamasıyla aynı zamana denk geldi ve bu Türkiye tarihindeki en büyük ekonomik patlamaya dönüştü. Bu, AKP'nin önemli reformlar yapmasına imkan verdi ve Erdoğan'ın kendisini kitlelerin gözünde bir reformcu olarak sunmasına izin verdi. Erdoğan'ın popülaritesinin ve iktidardaki AKP'ye desteğinin kaynağı buydu. Bu koşullar şimdi hızla çözülüyor.

Kitleler acı çekiyor

Türkiye şu anda ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya gelmiş durumda. Yükselen enflasyon ve çift haneli işsizliğin ortasında serbest düşüşe geçen bir para birimi kitleleri uçuruma itiyor.

Yılın başından bu yana, para birimi değerinin yüzde 45'inden fazlasını ve yalnızca Kasım ayında yüzde 30'dan fazlasını kaybetti. Bir devlet kurumu olan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), enflasyonun yüzde 21,31 olduğunu bildirirken, bağımsız bir kuruluş olan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG), reel enflasyon rakamını yüzde 58,65 olarak hesapladı. Türkiye ithal hammaddelere ve enerji kaynaklarına büyük ölçüde bağımlıdır, yani para biriminin değerindeki her düşüş temel malların fiyatlarını artırmaktadır. Türkiye, petrolünün yüzde 93'ünden fazlasını ve doğal gazının yüzde 98'inden fazlasını ithal ediyor. Artan enerji maliyetleri, geçiş etkisinin bir sonucu olarak enflasyonu körüklüyor, çünkü bu emtia fiyatlarındaki artış diğer tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarını daha da yukarı çekiyor. Enerji fiyatları, zayıf para biriminin yanı sıra küresel enerji fiyatlarındaki artış ve tedarik zinciri darboğazlarının da etkisiyle bu yıl birçok kez artırıldı.

Temel gıda ürünleri o kadar karşılanamaz hale geldi ki çoğu insan sadece ekmek, makarna ve yumurta gibi temel gıdaları tüketiyor. Süpermarket çalışanları, hafta boyunca  değişen fiyat etiketi destelerinin fotoğraflarını çekerek, mallardaki fiyat artışlarının görüntülerini paylaşıyor. Ayçiçek yağı gibi temel gıdaların fiyatı yıl içinde yüzde 137'den fazla artarken, un maliyeti yüzde 109 ve domates yüzde 75 arttı. Fırınların, ekmek parasını ödeyemeyenlere ücretsiz ekmek dağıtmaları için gönüllülerin devreye girdiği planlar hazırladığına dair raporlar var. Ekmek kuyrukları, ülke genelinde şehir bloklarının etrafında dolanarak yaygın bir görüntü haline geliyor.

Petrol fiyatı yüzde 102'den fazla arttı ve doğalgaza yapılan zamlar milyonlarca haneyi ısınmasız ve elektriksiz bıraktı. Konut fiyatları ve kiralar da hızla yükseliyor, kiralar yüzde 70'ten fazla arttı.

İşsizlik rakamları 2013'ten bu yana çift haneli rakamlara ulaşmış durumda devam ediyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) göre yaklaşık 8 milyon kişi işsiz. Gençler ve kadınlar arasındaki işsizlik oranları, sırasıyla yüzde 22 ve yüzde 29 ile daha da yüksek bir orana sahip.

Tüketici Hakları Derneği'nin (THD) Temmuz ayında yayınladığı araştırmaya göre, ana sendikalar ve TÜİK'ten alınan rakamlara göre 16 milyondan fazla kişi, aile ferdi başına 2.327,8 TL olarak belirlenen açlık sınırının altında yaşıyor. 50 milyon kişi daha 7.582,25 TL olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yani 84 milyonluk nüfusun 66 milyonu yoksul. Bu ürkütücü rakamlar ülkedeki eşitsizliğin derinliğini gözler önüne seriyor.

İşçiler, ücretlerinin ne kadar hızlı eridiği ve azalan satın alma güçleri karşısında şaşkına dönmüş durumda. Yılbaşında 382 dolar olan 2 bin 825 liralık asgari ücret, şimdi 205 dolar oldu. İşçilerin yarısından fazlası, 10.190 TL olan yoksulluk sınırının çok altında ve hatta açlık sınırının (3.190 TL) altında kalan asgari ücretle çalışıyor.

AKP'nin kalelerinden olan Kayseri'de işçiler, Evrensel Gazetesi'ne giderek kötüleşen yaşam koşullarını anlattı, biri "Zengini daha da zengin ediyor, sırtımızdan geçiniyorlar" dedi.

Başka bir işçi ise şunları ekledi: “İşverenler - ve hepsi mecliste - fazla mesai yapmamızı istiyorlar. Ailemizle ne zaman vakit geçirebiliriz? İşçileri köle yapıyorlar.”

Çözümün ne olduğu sorulduğunda bir işçi “Hepimizin birleşmesi gerekiyor” yanıtını verdi. Bu sözler, Erdoğan'ın geleneksel üssü olan “Anadolu Kaplanları'nın” kalbinden çıkan açıklayıcı sözler. Ekonomik kriz, bir zamanlar bu katmanları iktidara taşıdıkları partiye olan bağlarını şiddetle parçaladı.

Erdoğan 'ekonomik ortodoksiye' meydan okuyor

Yükselen enflasyonla mücadele için tüm dünyada faiz oranlarının yükseltildiği bir dönemde Erdoğan, Merkez Bankası'na faiz oranlarını düşürmesi için baskı yapıyor. Burjuva ekonomisinin kural kitabına açıkça meydan okuması, şaşkın burjuva analistleri tarafından alarm çanlarını çalarken, Erdoğan şimdi her gün manşetlere çıkıyor.

Art arda faiz oranlarını düşürüken, 18 Kasım'da üçüncü kez faizleri 200 baz puan daha düşürdükten sonra, lira rekor bir düşüş yaşadı. Ertesi Pazartesi günü Erdoğan, baskıya boyun eğmeyi reddederek, Türkiye'nin bu “ekonomik bağımsızlık savaşını” kazanacağını ilan ettiı: “Ya yatırımlardan, üretim büyümesinden ve istihdamdan vazgeçeceğiz ya da tarihi bir meydan okumaya başlayacağız.” Ertesi gün lira, tarihinin en büyük çöküşlerinden birini yaşadı ve dolar karşısında 13.45'e kadar düşerek ülke genelinde protestoları tetikledi.

Burjuva ekonomistleri, Erdoğan'ın yüksek faiz oranlarının -gerçekte tam tersi olduğu halde- enflasyona yol açtığına dair “bilimsel olmayan inancını” defalarca vurgulayarak, bu noktadaki ısrarını kişiliğinin "otoriter" ve "dengesiz" karakterine bağlıyor. Erdoğan'ın kişiliği bir etken olsa da, gerçekte toplumsal bir patlamayı engellemeye çalışıyor.

Erdoğan, son iki yılda ülkedeki kontrolünü sıkılaştırmak için çok sayıda Merkez Bankası başkanını ve maliye bakanını görevden aldı. Son zamanlarda, maliye bakanı ve kendisine muhalif kalan tek kişi olan Lütfi Elvan'ı görevden aldı ve yerine 1 Aralık'ta para biriminde yaşanan düşüşün ardından Nureddin Nebati'yi getirdi. Türkiye, son iki haftada iki kez lirayı desteklemek için sınırlı döviz rezervlerini harcadı. Rezervler tükenirken bu müdahaleler liranın serbest düşüşünü zorlukla yavaşlattı.

Erdoğan rejimi çaresizce ekonomiyi ayakta tutmaya çalışıyor, ancak seçenekleri hızla tükeniyor.

Salgının sebebiyet verdiği ekonomik kriz patladığında, Türkiye ekonomisi zaten enflasyon, değer kaybeden bir para birimi ve işsizlikle boğuşuyordu.

Rejim, ekonomiyi ve yaşam standartlarını ayakta tutmak için zorlayıcı önlemler almak zorunda kaldı. Hükümet, Türkiye'nin 2018'de resesyona girmesinin ardından 2019'da halihazırda sürmekte olan krediye erişimi genişletti. Hatta Türkiye ekonomisi 2020'de yüzde 1,8 oranında büyüyerek, dünyada büyüyen birkaç ekonomiden biri oldu.

Hükümet rakamlarına göre, nüfusun yüzde 71'inden fazlası borç içinde. Toplam borç 1,3 trilyon Türk Lirası’nı aştı. Bankalar şimdiden geciken ödemelerdeki artış ve sorunlu kredilerdeki artışla karşı karşıya. Milyonlarca insan daha fazla borca itildi ve ödenmemiş borçlar için yasal yaptırımlar ile karşı karşıya.

Erdoğan daha fazla borç vererek krizi yönetebileceğini sanıyor ama buradaki en önemli  noktayı unutuyor: Borcun geri ödenmesi gerekiyor - faiziyle! Krizi aşmanın bir yolu olarak borç biriktirmekle, sadece kapitalizmin çelişkilerini keskinleştiriyor ve daha fazla istikrarsızlığın önünü açıyor.

Dış borç şu anda GSYİH'nın yüzde 60'ının üzerinde. Önümüzdeki 12 ay içinde, Türkiye'nin GSYİH'sının yüzde 23'üne denk gelen, büyük ölçüde dolar cinsinden olan 170 milyar dolara yakın borcu ödemesi veya yeniden finanse etmesi gerekiyor. Türkiye'nin bu borcu karşılayacak yeterli rezervi yok ve liranın hızla değer kaybetmesiyle bu borç giderek aşılmaz hale geliyor.

Yükselen enerji fiyatları, Türkiye'nin zaten muazzam olan ithalat faturasını artırıyor. Sadece Eylül ayında Türkiye'nin enerji ithalatı faturası yüzde 65,7 arttı. Rejim, 450 milyar dolarlık dış borcu finanse etmek için çaresizce yabancı sermayeye ihtiyaç duyuyor, ancak Türkiye bir kez daha sermaye kaçışını yaşıyor. Hükümetin daha fazla para basması durumunda, ki bu muhtemelen, enflasyonu daha da artıracaktır.

Fakat, Erdoğan'ın seçenekleri nedir? Faiz oranlarını yükseltirse, çok kırılgan bir ekonomi üzerinde baskı kurar ve kitlesel yoksulluğa ve kitlesel işsizliğe yol açan bir iflas zincirine neden olur. Ancak düşük faiz oranları kredi akışını sürdürürken, aynı zamanda, liranın değerini düşürmeye devam eden ve kitleleri daha fazla borca ve yoksulluğa iten, aynı zamanda rejimine olan desteği de aşındıran yüksek enflasyon anlamına geliyor.

Erdoğan'ın kapitalizmin krizinden çıkış yolu yok. Aslında, kapitalist sistemin sınırları içinde bu krizden herhangi bir çıkış yolu yoktur. Tüm rakiplerini silip süpüren bir ekonomik çöküş sayesinde iktidara gelen Erdoğan, kendisi de bir çöküşle karşı karşıya olabilir.

AKP'nin yükselişi ve düşüşü

2001-2002 mali krizi halk nezdinde düzen partilerine karşı büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. AKP, bu var olan hoşnutsuzluğun üzerine kuruldu. Yeni kurulan parti, kendisini enflasyondan, para krizinden, işsizlikten ve yoksulluktan mustarip bir ülkeye yeni bir başlangıç ​​sunabilecek düzen karşıtı bir parti olarak sunarak kitlelerin öfkesine dokundu. Refah, barış ve demokrasi vaat etti.

2008 öncesi dünya ekonomik patlaması AKP'nin  bu sözleri büyük ölçüde tutmasını sağladı. Türkiye'nin Avrupa sınırındaki konumu, ucuz iş gücü sunması, daha gelişmiş ülkelere iyi hizmet etti. Türkiye muazzam bir sermaye akışı gördü. 2002 ile 2011 yılları arasında Türkiye’de, enflasyon ve faiz oranları düşerken ortalama yüzde 7,5'lik bir büyüme oranına ulaşmayı başardı. Türkiye'de kişi başına düşen GSYİH 2002 ile 2010 arasında üç katına çıktı. Rejim, reformları gerçekleştirirken, tarihsel olarak az gelişmiş Anadolu bölgelerini yeni yol, köprü ve havaalanı ağıyla ülkenin geri kalanına bağlayarak önemli gelişmeler gösterdi. Köylüler ve işçiler şehirlere çekildi ve Anadolu bölgelerinde sanayi patlaması yaşandı. Nüfusun çoğunluğunun yaşam standartları ekonomik büyümeye paralel olarak yükseldi ve milyonlarca kişi yoksulluktan kurtuldu. 

Ekonomi geliştiği ve yaşam standartlarında genel bir yükselme olduğu sürece ve işçi sınıfı alternatifinin yokluğunda AKP seçimleri kazanıyordu ve hatta tabanını genişletiyordu.

Ancak 2008-2009 dünya ekonomik krizi vurduğunda, rejim giderek ucuz krediye ve spekülatif büyümeye bağımlı hale geldi. Erdoğan rejimi çok yüksek büyüme oranları yakalarken, aslında ülke muazzam miktarda dış borç biriktiriyordu. 2013'te işler tersine döndü. Enflasyon ve işsizlik yükselmeye başladı ve para birimi istikrarlı bir şekilde 2017’e kadar düşüşe geçti. Tüm bu faktörler 2018 ekonomik çöküşüyle sonuçlandı.

Türkiye kapitalizminin son yıllarda yaşadığı krizlerin her birinde rejim, bu krizlerin ağırlığını giderek daha fazla kitlelerin omuzlarına bindiriyor, bu da Erdoğan'ın ve iktidardaki AKP'nin gerçek sınıf karakterini ortaya koyuyor. Sistemin krizi tüm çelişkileri su yüzüne çıkardı. Erdoğan'ın ve AKP'nin anketlerdeki düşüşünün kaynağı budur.

Erdoğan rejimi, sınır ötesi müdahalelere girişerek, Kürt karşıtı histeriyi körükleyerek ve işçi sınıfını ulusal hatlara bölerek sınıf mücadelesini saptırmaya çalıştı. Her zamankinden daha fazla gücü ve kontrolü elinde toplayarak, devlet aygıtını ve toplumsal kurumları muhaliflerden temizleyerek, gazetecileri ve en ufak eleştiri yapanları bile hapse atarken, onların yerine yandaşlarını getirdi. Zayıflayan rejimi üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmaya çalıştı.

Boğaziçi Üniversitesi'ne kayyum rektör atanması, kentte öğrenci protestoları dalgasını tetikledi. Rejim, hareketi durdurmak için rektörü görevden alarak yerine AKP'ye sadık bir başkasını getirdi, ancak öğrenci hareketini tamamen bastıramadı.

Toplumun yüzeyinin altında yatan baskı birikiyor ve işçi sınıfı mücadele alanına girmeye başlıyor. Ülke genelinde bir grev ve protesto dalgası yayılıyor. Erdoğan rejimi işçi hareketini bastıramadı, tam tersine işçiler krizden çıkış yolu arayarak sendikalara yöneldikçe örgütlü emek güçleniyor. İşçiler, yaşam standartlarına yönelik saldırılara karşı mücadeleye başlarken, mücadeleleri bilinçlerini daha da yükseltiyor ve işçi sınıfının bir katmanını dönüştürmeye hizmet ediyor.

Yükselen bu öfkeyle birlikte bazı kesimler CHP'ye yöneliyor, ancak bu sadece işçi sınıfının alternatifi olmadığı için oluyor. Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan'ın neredeyse yirmi yıl önce verdiği sözlerin aynısını şimdi veriyor. “Hukukun üstünlüğü”, “görevlerini kendilerini zenginleştirmek için kullanan rüşvetçi yetkililere” son verilmesi ve “barış, demokrasi ve adalet” getirilmesi sözleri veriyor.

Gerçekte ise Kılıçdaroğlu, AKP ile hiçbir temel farkı olmayan Türk egemen sınıfının Kemalist kanadının sadece bir temsilcisidir. Aslında, son yıllarda sözde 'laik' CHP, eski AKP destekçilerini kazanmak için dindar ve giderek daha muhafazakar adaylar kullanıyor. Kılıçdaroğlu, CHP'nin geçmişte “zarar verdiği” tüm kesimlerle “helalleşmek” için bir “uzlaşma” turu ilan etti.

İşçi sınıfı alternatifinin yokluğunda CHP, Erdoğan'ın krizinden faydalanabilir.  Ancak işçiler ve yoksullar, kendilerinin nasıl bir çıkmaz sokakta olduğunu ve burjuva düzen partilerinin kitleler için herhangi bir çözüm sunamayacaklarını çabucak öğrenecekler. Yalnızca işçi sınıfı, hem sözde laik Kemalist kanat hem de muhafazakar Anadolu burjuvazisi olmak üzere tüm burjuvaziye karşı savaşarak kapitalizmin krizinden çıkış yolunu açabilir.

Zenginler kitlelerle alay ediyor

Kitleler yoksullukla, açlıkla boğuşurken Erdoğan, "Rabbimiz diyor ki, sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan, canlardan eksiltmekle imtihan edeceğiz" diyerek, kitlelerin öfkesini dini kullanarak bastırmaya çalışıyor. Ama Erdoğan açlıkla ya da mal ve varlık kaybıyla yaşamıyor. Geçen yaz, yeni inşa edilen ikinci bir başkanlık sarayı açıldı. Akdeniz kıyısında, 74 milyon dolar değerinde bir yazlık mülk, kamu kasasından çalınan parayla inşa edildi.

İşçiler ekmek almak için uğraşırken Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan, kitlelere "porsiyonlarını azalt" öğüdü verip, "mangoları kurutup saklayarak" tasarruf edebileceklerini söylüyor. Yolsuzluk skandallarına maruz kalan AKP yetkilileri, halkla alay ederek, onlara “az ye” demekten, “soğan ve ekmek” yemek zorunda kalsalar bile ekonomik durumu kabullenmenin vatani görev olduğunu söyleyerek lüks içinde yaşamaya devam ediyor. 

Bu arada, AKP bağlantılı bir haber kanalı olan TGRT, Türkiye'de ucuz işgücünün azalan maliyetini kutlayan bir haber yayınladı. Türkiye'nin dünyanın en ucuz (yani en çok sömürülen) işgücüne sahip olduğu ve dolayısıyla sermayenin buraya akacağı gerçeğiyle övünüyordu. Ama bugün 2002 değil, kapitalizm krizde ve Türkiye'ye yabancı sermaye girişi olmayacak.

Erdoğan, yabancı yatırımcılara “büyük kârlardan her zaman memnun kalacakları” ve “Türkiye'de kapıların tamamen açık olduğu” konusunda güvence veriyor. Erdoğan'ın  soylemek istedigi, Türkiye'de işçilerin kısıtlı hakka sahip olduğu ve işçi sınıfının kapitalistlere altın tepside sunulacağına dair söz veriyor. Erdoğan, iktidarı kaybetmektense işçi sınıfını açlığa itmeyi tercih ediyor.

Türk halkı AKP'yi giderek artan bir şekilde işçileri sömüren, devlet varlıklarını özelleştiren ve bariz yolsuzluklarla zenginleşen utanmaz bir yalancı ve hırsız grubu olarak görüyor. Giderek daha fazla işçi, egemen sınıfın kârlarını koruyabilmesi ve daha zengin olabilmesi için yoksulluğa itildiklerini anlıyor. Erdoğan'ın din soslu açıklamaları artık eskisi gibi etki yapmıyor. Ekonomik krizi inkar etmesi, komplocu söylemi (her zamanki gibi Erdoğan'a göre suçlu “dış mihraklar”) ve performatif saldırıları sadece Erdoğan karşıtı büyüyen duyguları besliyor. Bütün durum bir sosyal patlamanın yolunu hazırlıyor.

Erdoğan yönetimindeki ekonomik patlama, Türkiye'de muazzam bir ekonomik kalkınmaya ve sanayileşmeye yol açtı ve aynı zamanda  muazzam bir proleterleşmenin önünü de açtı: kapitalist sistemin kârlarının bağlı olduğu ve kapitalist sistemin mezar kazıcısı olmaya yazgılı olan işçi sınıfının büyümesi sonucunu doğurdu. Türk işçi sınıfı son yirmi yılda milyonlarca büyüdü ve mücadeleye girmeye başlıyor. Burada en kritik görevimiz, işçi sınıfının mücadeleleriyle bağ kuracak, net bir Marksist programa sahip devrimci bir alternatif inşa etmek ve sadece Erdoğan rejimini değil, tüm kapitalist sistemi devirecek olan devrimci hareketi hazırlamak ve Türkiye tarihinde yeni bir dönemi başlatmaktır.