Marksizm ve Doğrudan Eylem

Son zamanlardaki anti-kapitalist gösteriler, doğa tahribatını, ırkçılığı, üçüncü dünyanın sömürülmesini protesto eden birçok farklı grubu ve dünyanın genel durumundan rahatsız olan birçok sıradan genci bir araya getirdi. Herkesin mutlu olduğu ve kapitalist sistemin mümkün olan tek toplum biçimi olarak kabul edildiği efsanesini kesinlikle paramparça ettiler.

[Source]

Etrafımızda bu sistemin neden olduğu sefaleti görüyoruz. Kıtlık, savaş, işsizlik, evsizlik ve çaresizlik, umutsuzluk; bunlar sistemin her gün milyonlara karşı uyguladığı şiddetin parçasıdırlar. Bu yıkıma ve kaosa tanık olan ya da kendileri bunları deneyimlemekte olan gençler, her yerde protesto eylemlerine yöneliyorlar.

Bununla birlikte, doğal olarak bir şeyler yapmak isteyen ve hatta hemen şimdi bir şeyler yapmak isteyen birçok kişi için siyasi bir organizasyona dahil olma fikri, pek de cazip gelmemekte. Gerçekte, örgütlenmeyi, tartışmayı ve meseleler üzerine kafa yormayı “doğrudan eylem” ile karşı karşıya getirme girişimi tamamiyle yanıltıcıdır. Marksist düşünce akademik gevezelik değildir, hassas bir eylem rehberidir. Hepimiz eylemden yanayız, ancak başarılı olmak için incelikle düşünülmüş belirli ve somut hedeflerle hareket edilmelidir. Aksi takdirde bir eylem yönü ve doğrultusu olmadığından kaybolup gider. Ayrıca siyasi bir örgütlenme olmadan, hangi eylemin ne zaman ve nerede yapılacağına kim nasıl karar verebilir?

Toplumun büyük çoğunluğu olarak kendi yaşamlarımız üzerindeki kontrolü ele geçirmek kadar büyük bir doğrudan eylem olabilir mi? Devrimin özü bu eylemde yatar. Yalnızca amaçsız bir "doğrudan eylem" değil, kitlesel, demokratik ve bilinçli bir eylem, yalnızca anti-kapitalist değil, yeni bir toplum biçimi olan sosyalizm için mücadele.

Yakın zamandaki 1 Mayıs gösterileri, patron gazetecileri tarafından her zamanki histerik zırvalamalarını dillendirmek için kullanıldı. Anıt mezara grafiti ve Churchill'in heykelinin boyanmasını dillerine pelesenk ettiler. Ancak partileri, suçlunun bir 'serseri' değil, şimdi Cambridge'deki Anglia Üniversitesi'nde okuyan eski bir Kraliyet Denizcisi olduğu haberiyle biraz bozulmuştu. Öğrenci, yargıçların huzuruna çıkarak emperyalizmi ve Churchill'in anti-semitizmini kınayan bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan çok etkilenmiş olacak ki hakim kendi sınıfsal konumunu ortaya koyarak öğrenci kredisine bağımlı olduğu için genç eski askerle alay etti: "Görüyorsunuz, kapitalizm olmadan hayatta kalamazsınız" dedi.

Ayrıca MacDonalds'ın camının kırılmasına Eton'dan bir öğrencinin de katıldığı görülüyor. Bu bir rastlantı değil. Yalnızca işçi sınıfı ve orta sınıf gençliğinin değil, bu ayrıcalıklı katmanların bile isyan etmesi, toplumun içinde bulunduğu açmazın bir belirtisidir.

Peki, sırada ne var? Gösterinin örgütleyicileri bize bunun değişiklikleri güvence altına almak için bir protesto olmadığını, reformların anlaşıldığı üzere zaman kaybı olduğunu söylüyor. Hayır, sadece onların 'karnaval' olarak adlandırdıkları şeye katılarak daha iyi insanlar oluruz ve eninde sonunda giderek daha fazla insan bu karnavala katılacaktır, ta ki kritik bir kitleye ulaşana dek sonraysa hepimiz kapitalizmi boş verip faturalarımızı ödememeye başlayacağız ta ki onları başımızdan def edene kadar. Ne çocuksu bir hayal! Burada protestocuların samimi niyetlerini sorgulamıyoruz elbette. Ancak cehenneme giden yollar tam da böyle çok iyi niyet taşları ile döşenmiştir. Hepimiz 'kendimizi kapitalizmin dışına yerleştirirken', patronların kendi sistemlerini savunmak için hiçbir şey yapmayacaklarına gerçekten inanabilir miyiz? Bu onlar gidene kadar devekuşu gibi kafamızı kuma gömme taktiği hiç de ciddiye alınabilir değildir. Eylem de değildir. Aslında sorumsuz ve dolaylı eylemsizliktir.

"Öz örgütlenmeler"

Anarşist örgütler her zaman bir "öz-örgütlenme" maskesinin arkasına saklanmışlardır. Liderleri, politikaları vs. olmadığını iddia ederler. Öyleyse kararları kim ya da kimler alıyor? Liderlik ve politika olmasaydı, o zaman herhangi bir biçimde eylem de olamazdı. Son gösteriler son derece organize ve uluslararası ölçekte koordine eylemlerdi. Bu durum oldukça iyi, zaten öyle olmalıdır. Ancak, örgütlenme ve demokrasi olmadan, en tepedeki ufak bir klik dışında hiç kimse eylemin ‘neden’, ‘nerede’ ve ‘ne zaman’ olacağına dair söz sahibi olamaz. Böyle bir hareket, uluslararası sermayeyi asla titremekte olan dizlerinin üstüne çöktüremeyecektir.

İngiltere'deki en bilinen anarşist gruplardan biri olan Reclaim the Streets(Sokakları Geri Kazan), 1 Mayıs için hazırladıkları parodi yayını ‘Maybe’(Belki) ile yakayı ele vermiş oldu. Sözgelimi, bu makaleleri kim yazdı, neyin bu yayına girip neyin girmeyeceğine kim karar verdi, kim editledi, basım için gerekli olan para nereden geldi? Buradaki amacımız, onları şaibeli finansman sağlamakla suçlamak değil - sadece bu "lidersiz" zırvasının kendi kendini örgütleyen bir efsane olduğuna işaret etmek.

20. sayfada şöyle ilan ediyorlar: "’Reclaim the Streets’(Sokakları Geri Kazan) hiyerarşik değildir, kendiliğindendir ve kendi kendini organize eder. Liderlerimiz, komitemiz, yönetim kurulumuz, sözcülerimiz yok. Karar verme, stratejik planlama ve ideoloji üretimi için merkezi bir birim yok. Üyelik ve resmi taahhüt yok. Ana plan ve önceden belirlenmiş bir ajanda yok."

Burada iki problem mevcut. Öncelikle "biz" kim, yukarıdaki açıklamayı kim yaptı ve buna kim karar verdi. İkincisi, eğer söylenenler doğru olsaydı dahi, bu gurur duyulacak bir şey olmazdı. Beğenseniz de beğenmeseniz de, kapitalist sistemin böyle gelişigüzel ve düzensiz bir yöntemle devrilmesi mümkün değildir. Hiçbir teori, tutarlı bir toplum analizi, alternatif bir program yok. Uluslararası sermaye gibi son derece örgütlü ve acımasız bir düşman karşısında bütünlüksüz, doğrultusuz ve amaçsız olmakla övünmek, kesinlikle sorumsuzluğun zirvesidir.

Gerçekte bu hareketlerin liderleri ideolojiden yoksun falan değiller, onlar anarşistler. Anarşizm sadece bir çeşit sövgü değildir, Antik Yunanca'da an "-sız olumsuzluk eki" ve archos "yönetici" sözcüklerinden türetilmiştir, "yöneticisiz" anlamına gelir. Anarşistlere göre devlet -hükümet kurumları, ordu, polis, mahkemeler vb.- dünyada yanlış olan her şeyin temel nedenidir. Yok edilmeli ve yerine yeni bir hükümet biçimi değil, derhal devletsiz bir toplum getirilmelidir.

Anarşizmde devlete ve otoriteye karşı bu muhalefet, bir siyasi partiye ait olan veya herhangi bir reform için mücadele eden, yani devlet aracılığıyla siyasi değişim için mücadele eden herhangi bir parlamenter faaliyete katılmanın reddedilmesiyle sonuçlanır.

Elbette Marksizm de, kapitalist devletin acımasız egemenliğine karşıdır. Marx, geleceğin toplumunu devletin olmadığı, bunun yerine "herkesin tekil özgür gelişiminin herkes için özgür bir gelişmenin koşulu olduğu bir birlik" olarak görüyordu. Yani kendi kendini yöneten bir halk. Ancak soru bunun nasıl başarılabileceğiydi.

Anarşizm tüm sorunların kökenini devlette gördüğünden, bu sorunların devletin yıkılmasıyla çözüleceğine inanır. Oysa Marksizm, sınıflı toplumu, zenginlik üretme araçlarına sahip olan bir azınlığı ve harcadığı emeği bu zenginliğin esas kaynağı olan çoğunluğumuzu meselenin düğüm noktası olarak görür. Devleti ortaya çıkaran ve onu binlerce yıllık bir süreç içinde bugün sahip oldukları karmaşık yapılara dönüştüren, toplumun bu sınıfsal bölünmesidir. -çünkü azınlığın, çoğunluk üzerindeki egemenliğini sürdürmek için özel bir güce ihtiyacı vardır-.

Devletin Ortadan Kaldırılması

Modern kapitalist devlet birçok kılığa bürünebilir, monarşi, cumhuriyet, diktatörlük, ancak esas amacı aynı kalır, kapitalist sınıfın azınlık egemenliğini sürdürmek. Bu nedenle Marksizmin amacı sadece devleti ortadan kaldırmak değil, sınıflı topluma son vermektir.

Devlet, toplumun sınıflara bölünmesiyle özel mülkiyeti korumak için doğdu. Sınıflar olduğu sürece bir devlet de olacaktır. Öyleyse, sınıflı toplum nasıl sona erdirilebilir?

Onun inkarıyla değil, ancak ve ancak rekabet eden sınıflardan birinin zaferiyle. Kapitalizm için zafer, milyonlar için yıkım demektir. Marx'ın bir zamanlar açıkladığı gibi, önümüzdeki seçim “ya sosyalizm ya statüko” değil, “ya sosyalizm ya barbarlık”tır. Kapitalistlerin sürekli kâr peşinde koşması, her zamankinden daha fazla insanı yoksulluğa ve açlığa sürüklemeye devam edecektir. Pazarları ve hammaddeleri kontrol etme çabaları sonsuz savaşlara ve yıkımlara yol açmaya devam edecektir.

İşçi sınıfının zaferi, yalnızca kapitalist devletin yıkılması anlamına gelebilir. Sonrasında kapitalistler, centilmence kendi köşelerine mi çekilecek? Hayır, bütün bir tarih bunun olmayacağını gösteriyor. İşçilerin, ilk kez çoğunluğun azınlık üzerindeki egemenliğini savunmak için yeni bir devlet yaratması gerekecektir.

Lenin, başyapıtı Devlet ve Devrim'de, "Proletarya devlete yalnızca geçici olarak gereksinim duyar. Bir hedef olarak, devletin ortadan kaldırılması sorunu söz konusu olduğunda, anarşistlerle aramızda hiçbir anlaşmazlık yok. Biz, sınıfların ortadan kaldırılması için ezilen sınıfın geçici diktatörlüğü ne kadar gerekliyse, devletin ortadan kaldırılması hedefine ulaşmak için, sömürücülere karşı, devletin araçlarından, kaynaklarından ve yöntemlerinden geçici olarak yararlanmanın da o kadar gerekli olduğunu savunuyoruz.” der.

Benzer şekilde Trotsky, Stalinizm ve Bolşevizm'de şöyle açıklıyor: "Marksistler, nihai hedef konusunda: devletin tasfiyesi konusunda anarşistlerle tamamen hemfikirdirler. Marksistler; yalnızca, devleti sadece görmezden gelmekle tasfiye edemeyeceklerine dair bilinçleri ölçüsünde devletçidir. "

Daha başlangıcından itibaren bu yeni devlet, önceki hiçbir devlet mekanizması gibi olamaz. İlk günden ancak “yarı-devlet” olabilir. Önceki tüm devrimlerin görevi, devlet iktidarını ele geçirmekti. 1871 Paris Komünü deneyiminden Marx ve Engels, işçilerin eski devlet aygıtını basitçe ele geçirip onu olduğu gibi kullanmalarının mümkün olamayacağını, bunun yerine çoğunluğun çıkarlarına hizmet etmek ve sosyalist bir toplumun temelini atabilmek için onu tamamen yeni bir aygıtla değiştirmeleri gerektiği sonucuna vardılar.

İşçilerin bu devlet üzerinde kontrol sahibi olmalarını sağlamak için Lenin, hiçbiri vasıflı bir işçiden daha yüksek bir ücret almayacak olan tüm kamu görevlilerinin özgür ve demokratik seçimlerle belirlenmesi ve aynı şekilde görevden alınabilmeleri gerektiğini savundu. Tüm bürokratik görevler rotasyona tabi tutulmalıdır. Halktan başka özel bir silahlı kuvvet olmamalıdır ve biz tüm bunların üstüne ekliyoruz ki faşistler dışındaki tüm siyasi partilerin örgütlenmesine izin verilmelidir.

Bu devletin görevi, ihtiyaçlılık halini ortadan kaldırmak üzere ekonomiyi geliştirmek olacaktır. Daha az ihtiyaç, aynı zamanda toplumu yönetmek için de daha az ihtiyaç, yani bir devlete daha az ihtiyaç demektir. İşlerin kolektif idaresi ve kaynakların toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere planlanması, halkın yönetilmesinin, bir sınıfın diğeri üzerindeki tahakkümünün yerini aldıkça sınıflı toplum ve devlet sönümlenecektir.

Anarşizmin devleti bir gecede ortadan kaldırmaya yönelik ütopik çağrıları, ne devletin tam anlamıyla ne olduğunun doğru bir kavranışını, ne de belirlenen hedefe ulaşmak için gerekli mücadele programını gösteriyor

Modern bir felsefe olarak anarşizm, 19. yüzyılda kapitalizmin ve onun devlet makinesinin patlayıcı büyümesiyle eş zamanlı olarak gelişti. Küçük-burjuvazinin bir bölümünün köşeye sıkıştırılıp toplumdaki konumlarını yitirmesi ve tekellerlin büyümesiyle başlayan isyanını temsil ediyordu.

Onların görüşleri, Mikhail Bakunin ve Birinci Enternasyonal'deki destekçileri tarafından öne sürüldü. 1872'de bir anarşist konferansta, "Proletaryanın çalışma ve eşitliğe dayalı ve herhangi bir siyasi hükümetten tamamen bağımsız, tamamen özgür bir ekonomik organizasyon ve federasyon yaratılmasından başka bir özlemi olamaz ve böyle bir örgüt ancak proletaryanın kendisinin kendiliğinden eylemiyle ortaya çıkabilir… hiçbir siyasi örgüt, bir sınıfın çıkarları ve kitlelerin zararı için yönetimin örgütlenmesinden başka bir şey olamaz... proletarya, iktidarı ele geçirirse, egemen ve sömüren sınıf olur…”

Gücün Ele Geçirilmesi

Bu kulağa yeterince radikal gelse de, eylemsizlik ve çöküş için bir reçete anlamına geliyor. Trotsky’nin açıkladığı gibi, "İktidarın fethinden vazgeçmek, iktidarı gönüllü olarak onu kullananlara, sömürenlere bırakmaktır. Her devrimin özü, yeni bir sınıfı iktidara getirmek ve böylece onun kendi programını gerçekleştirmesini sağlamaktan ibarettir. Savaşmak ve zaferi reddetmek imkansızdır. İktidarın fethine hazırlanmadan kitleleri isyana yönlendirmek imkansızdır."

Anarşistler, Sovyetler Birliği'nin totaliter bir diktatörlüğe dönüşmesini, Bakunin'in haklı olduğunun kanıtı olarak görüyorlar. Oysa ki, yalnızca Leon Trotsky ve Marksizm, bu yozlaşmanın nedenlerini insanların kafalarında veya kişiliklerinde değil, iç savaşın gerçek yaşam koşullarında bularak açıklayabildi: yabancı müdahale orduları ve Avrupa'da devrimin yenilgisi. Anarşizmin iddiası, yalnızca, Stalinizmin Bolşevizme içkin olduğu şeklindeki burjuva iftirasını onaylamaya hizmet eder.

İlk günlerinde, bu modern anarşizm işçiler arasında belli bir destek buldu. Ancak, mücadele süreci boyunca işçiler, sendikalar şeklinde örgütlenmenin ve siyasi örgütlenmenin önemini anladılar. Bu da kitlesel işçi partilerinin inşasına yol açtı. Bakunin ve beraberindekiler parlamentoya katılımı veya reformlar için mücadeleyi devrime ihanet olarak ilan ettiler ve "işçilerin kapitalizme karşı zaferini ve bunun sonucunda devletin ortadan kaldırılmasını derhal ve doğrudan hedeflemeyen tüm siyasi eylemleri" reddettiler.

Marksizm, siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi ve iktidarı altında devletin sönüp gideceği sosyalist bir toplumun inşası için savaşır. O zaman gelene kadar işçiler siyasi faaliyetlerden kaçınmalı mı? Varlıklarını iyileştirebilecek tüm reformları ret mi etmeliler? Hiçbir şey Tony Blair'i veya patronları daha fazla memnun edemezdi. Elbette hayır, ne kadar küçük olursa olsun her kazanım için mücadeleyi savunmalı, bize açık olan her alanı kullanmalıyız. Sadece gelgeç devrimciler daha iyi maaşları veya sağlık sistemini reddedebilir. Tam da bu mücadeleler ve işçi örgütlerini, sendikaları ve partileri dönüştürme mücadeleleri aracılığıyla, öğreniyor, daha güçlü hale geliyor ve toplumu iyiye dönüştürmenin mümkün olacağı günü yaklaştırıyoruz.

Kapitalizm altında reformlar

Marksistler her reform için savaşırken, aynı zamanda kapitalizm devam ederken bu ilerlemelerin hiçbirinin emniyette olmadığını belirtirler. Sadece sosyalizm toplumun sorunlarını gerçekten çözebilir.

Bizim modern anarşistlerimiz, “Reclaim the Streets”(Sokakları Geri Kazan) ve diğerleri, Britanya'da örgütlü işçiler arasında hiçbir desteğe sahip değiller. Ancak bazı radikalleşmiş gençler, onların 'doğrudan eylem' görüşünden etkileniyor. Sosyalist bir program için savaşan, bu genç işçileri ve öğrencileri çekebilecek kitlesel bir işçi partisi gençlik örgütünün yokluğunun bıraktığı bir boşluk var. Sendikaların bürokratları gençlere saldırmakta olan hükümete karşı sessiz kalmaya devam ettikçe ve emeğin önderliği olmaksızın, bu boşluk  “Reclaim the Streets”(Sokakları Geri Kazan) gibi gruplar tarafından geçici olarak ve kısmen doldurulabilir.

Fakat onların önerdikleri eylem nedir? (02/05/2000) Tarihinde yaptıkları basın açıklamasını alıntılıyoruz: "Biz protesto yapmıyorduk. Gereksiz bir parlamentonun gölgesinde, sıradan insanların topraklarını, kaynaklarını, yiyeceklerini kontrol altında tuttuğu bir toplumun tohumlarını ekiyorduk. Bahçe, kapitalizme bağımlı olmaktansa kendi kendine yetme dürtüsünü simgeliyordu."

Parlamentonun iş kayıplarını veya çevrenin tahribatını önleme konusunda güçsüzmüş gibi görünmesi, yalnızca onun kapitalizmin çıkarlarına hizmet ettiğini gösterir. Ancak, aşağıdan gelen baskı altında, sıradan insanların çıkarına olan reformları parlamento aracılığıyla hayata geçirmek mümkündür. Parlamentoyu alakasız ilan etmenin ve çoğunluk aynı fikirde olmadığında ona sırt çevirmenin ve yine de hayatlarını daha iyi hale getirmek için hükümete bel bağlamanın faydası yok. Bu, sekterlerin İngiliz İşçi Partisi'ne (Labour Party) karşı tutumunun aynadaki görüntüsüdür. Hayatlarımızı iyileştirmek için kullanılabilecek her yol kullanılmalıdır.

"Kendi Kendine Yeterlilik"

Bu “kendi kendine yeterlilik”, her durumda bir alternatif değildir. Kendi kendine yeterlilik, evinize elektrik getirmez, çocuklarınızı eğitmez veya hasta olduğunuzda sizi tedavi etmez. Toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılayacak kaynaklara sahibiz, tek sorun onların bizim mülkiyetimizde olmaması. Bireycilik (kendi kendine yeterlilik), toplumun tüm kaynaklarının elimizin altında olduğu ve eşit olarak hepimizin topluma elimizden geldiğince katkıda bulunduğu sosyalizme bir alternatif olamaz.

Gerilla bahçeciliği ve çeşitli yerlerde ortaya çıkan ilgili türevleri, toplumu örnekler yaratarak değiştirmeye yönelik eski ütopik fikrin bir uzantısından başka bir şey değildir. Bu planın kökleri idealist felsefede yatmaktadır. Felsefi idealizm, insanların eylemlerinin düşüncelerinin bir sonucu olduğu, yaşam koşullarımızın değil fikirlerin bakış açımızı belirlediği fikrine atıfta bulunur. Uzun bir birikim süreciyle insanların zihinlerini değiştirdiğimizde, onlar farklı yaşayacaklar ve kapitalizm lüzumsuzlaşarak yok olacak. Kapitalist sınıfın kendisi muhtemelen boş boş oturacak ve sistemlerinin dağılmasını izleyecektir.

Anarşistler, kapitalizmi devirmek için devrimci bir mücadeleye inanırken, onun yerinin...hiçbir şey tarafından değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Ancak hiçbir merkezi cihaz, hiçbir organizasyon olmadan, trenler nasıl zamanında çalışacak, organ nakilleri nasıl organize edilecek, dünyanın kaynakları kıtlığın kalıcı olarak üstesinden gelmek için nasıl kanalize edilebilecek.

“Maybe”(Belki) başlıklı gazetelerinde, “Reclaim the Streets”(Sokakları Geri Kazan), bize "Giderek artan bir şekilde bir araya gelen radikal toplumsal hareketler, iktidarı ele geçirmek değil, onu dağıtmak istiyorlar. Birçok özerk, alternatif, doğrudan, yerelliğin özel ihtiyaçları ile bağlantılı toplumsal örgütlenme biçimleri hayal ediyorlar. Şu anda Croydon'da bir toplu konutta yaşayan insanlar için kapitalizme alternatif olabilecek şey, Delhi'nin kenar mahallelerinde yaşayanlar için uygun olabileceklerden tamamen farklıdır."

Yeni bir toplumun farklı ülkelerde, hatta farklı bölgelerde nasıl bir biçim alacağı bizi ilgilendirmez. Yüzyıllar boyunca yarattığımız ekonomik güç, açlığı, hastalığı ve cehaleti ortadan kaldırmak için planlı, rasyonel bir şekilde kullanılabilir ve kullanılmalıdır. Tüm toplumun çıkarları için kullanılmalıdır. Bu, ancak, parmaklarımızın ucundaki gücün gezegenin geleceğine, kaynaklarının korunmasına, kendi çalışma koşullarımız ve yaşam standartlarımıza saygı göstererek kullanılabileceği demokratik bir toplum planlamasıyla başarılabilir. Bu hoşumuza gitsin ya da gitmesin, boş arazilerde birkaç havuç yetiştirmek açlığı ve kıtlığı ortadan kaldırmaz.

Bunu yapacak güce sahibiz, fakat bunu ancak ve ancak yeni teknolojiyi, endüstriyi ve milyonlarca kişinin yeteneklerini ve aktif katılımını birleştirirsek başarabiliriz.

Yarattığımız ekonomik güç, yıldırımın yıkıcı gücüyle karşılaştırılabilir düzeydedir, bu güç her ne kadar piyasa egemenliği altında vahşice ve kaotik bir biçimde hüküm sürse de tüm dünyayı kablolar ve tellerle örüp elektrik ve internet aracılığıyla hayatlarımızı dönüştürmeye devam ediyor. Ne makineler ne de sanayi bizim düşmanımızdır. Devlet öyledir, ancak o da hastalık değil semptomdur. Değiştirmemiz gereken, kapitalizm ve onun ekonomi üzerindeki mülkiyeti, toplum üzerindeki yönetimidir.

ÇAğın bize yüklediği görev, kapitalizmin ne olduğu, devletin ne olduğu konusunda net bir anlayış ve bir program temelinde, işçi sınıfının ve onun güçlü örgütlerinin gücünü ve deneyimini toplumu kökünden değiştirmek için uluslararası gençliğin gücü ve enerjisiyle birleştirmektir. Bu, teori ve eylemin bir kombinasyonunu gerektirir. Marksizmin gücü bu kombinasyonda yatar.

Kapitalizme karşı savaşmak istiyorsanız, kendinizi tepeden tırnağa sosyalist bir program ve perspektifle silahlandırın. Gezegenin sosyalist dönüşümü için verilen mücadelede bize katılın.