Türkiye Kuzey Suriye'ye Saldırıyor! Devrimci Bir Karşı Duruş İçin!

Donald Trump geçtiğimiz pazar günü Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir telefon görüşmesinden sonra, Amerikan askerinin Suriye'den çekilmesi konusunda anlaştıklarını açıkladı. Bununla Türkiye'nin Kuzey Suriye'ye girişine yeşil ışık yakılmış oldu. Bu işgal çarşamba gününden beri bir gerçeklik.

Gelen raporlara göre işgal, hava saldırıları ve Ras Al Ayn, Tal Abyad, Ayn Issa ve Mishrafa şehirlerinin bombalanmasıyla başladı ve geçen sürede başka hedeflere doğru yayıldı. Ayrıca Türk birliklerinin İslamcı çetelerle Suriye bölgesine saldırmasıyla bir sonraki aşamaya geçildiği de bildirildi.

Bölgeyi halihazırda kontrol eden YPG güçleri kararlı bir direniş için hazır. Fakat tartışmasız, NATO nun ikinci büyük ordusu ile karşı karşıya olmak gibi oldukça elverişsiz bir koşulda bulunuyorlar.

Devam eden ateş şimdiden düzinelerce ölüme sebep oldu. Kürtler saldırıyı püskürtemezlerse, işgal grupları hiç şüphesiz acımasızca ilerleyecekler. Türk güçlerine öncü birlik görevi üstlenen İslamcı fanatikler tıpkı geçen yıl Afrin'de olduğu gibi önlerine çıkan her şeye tecavüz edip, yakıp-yıkıp, öldürecekler.

-Erdoğan Ne İstiyor?-

Erdoğan kendi deyimi ile "barış koridorunu" gerçekleştirmesi gereken saldırıyı hiç vakit kaybetmeden hemen başlattı. Bu plan son BM toplantısında tanıttığı üzere 50 km ve hatta mümkün olursa 150 km ye kadar Suriye toprağının, yani Kürtlerin yaşadığı bölgenin işgalini amaçlıyor. Türkiye bu bölgeyi geçici olarak, biçim değiştirmiş bir islami birlik olan ve önceden sözde "özgür Suriye Ordusu" nun bir parçası olan "Suriye Milli Ordusu" aracılığıyla kontrol etmeyi amaçlıyor ve bölgeye, halihazırda Türkiye'de bulunan 3.6 milyon Suriyeli'nin 2 milyonunu yerleştirmeyi istiyor.

Erdoğan'ın saldırısının barışla uzaktan yakından elbette alakası yok. Eğer bu işgal açıklanan nihai hedefine kadar sürdürülürse bu, binlerce hayata mal olacak ve milyonlarca Kürt yaşadığı yerlerden uzaklaştırılacak. Erdoğan gerçekten de bölgedeki etnik yapıyı, araplar tarafından yerleşilmiş bir hamilik yaratıp Kürtler'e karşı bir "tampon bölge" işlevi görecek şekilde değiştirmeyi deniyor. Bu ona Kürtler ve Araplar arasındaki ulusal sorunları da kışkırtarak bölge üzerinde geniş bir kontrol olanağı verirdi.

Oysa Erdoğan iktidara geldiğinde, kemalist burjuvazi geleneğini karşısına alarak kendini Kürtler'e dayamıştı. Kürtler'in ezilmesini eleştirerek, Kürdistan İşçi Partisi lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeleri başlatmıştı. Fakat bu durum 2015 te PKK ye yakın HDP nin yüzde 13,1 oy alarak meclise girip, artan sınıf mücadelesi ve ülkede Erdoğan'a karşı gelişen ruh hali için bir kristalizasyon noktası haline geldiğinde birden değişti. PKK nin kardeş örgütü PYD ve askeri kanadı YPG de Bashar al-Assad'ın devrimci bir hareket yüzünden batı Suriye'ye çekilmesinin ardından, kuzey Suriye'deki Rojava bölgesinde kontrolü ele almıştı. YPG nin cesur savaşçıları ulusal baskıdan özgürleşerek bir yurt sahibi olmak için savaşıyorlar ve sol temelli sosyalist fikirlerle İslam Devleti karşısındaki en önemli güç haline geldiler. Bu onları, Suriye'deki kendi emperyalist planlarını hazırlamak için IŞİD ve diğer islamcı çeteleri silahlandırıp destekleyen Erdoğan'la doğrudan karşı karşıya getirdi. Kürtler'in Rojava'daki fiili bağımsızlığı da Türkiye'deki Kürtler için güçlü bir ilham kaynağı haline geldi. Böylece Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin yükselişi Erdoğan için her bakımdan varlıksal bir tehdit haline geldi. Aynı zamanda Türk ekonomisi de durgunlaşmaya ve Erdoğan'ın yıldızı giderek sönmeye başladı. Bu onu iktidarda kalabilmek için giderek daha fazla fanatik milliyetçiliği ve Kürt karşıtı önyargıları kullanmaya zorladı. Erdoğan'ın Kürtler'e karşı düşmanlığı ve onların kuzey Suriye'deki özerk bölgesini yerle bir etme kararlılığının sebebi burada yatıyor.

Erdoğan geçtiğimiz yerel seçimlerde, 20 yıl önce iktidara geldiğinden beri aldığı en büyük yenilgiyi yaşamak zorunda kalmış, diğer şeylerin yanı sıra İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirleri kaybetmişti. Bu arada yoğun baskı altındaki Türk ekonomisi ve giderek şiddetlenen sınıf mücadelesi de Erdoğan'ın ayağının altındaki yeri sarsıyor. Bu şartlar altında, genellikle kapitalistlerin maaşları düşürmek için kullandığı Suriye'li mülteciler merkezi bir sorun halini alıyor. Bu muhalefet tarafından yabancı nefretini Suriyeliler'e yönlendirmek için kullanıldı. Bir çok insan, Türkiye'de yaşam standardı giderek düşerken, Erdoğan'ın Suriye'deki işgaline milyarlar harcadığı için kızgın ve Erdoğan Suriyeli mültecileri Kürt bölgesine yerleştirerek bir taşla birden fazla kuş vurmuş olacak. Ekonomik bir sorun olan mültecileri barındırma ve besleme sorununu çözerek eleştirenlerini susturmak ve bugüne kadar yenilgi ve cesaret kırıklığı getirmiş emperyalist bir macerada önemli bir başarı elde etmek. Eğer Erdoğan kuzey Suriye'de bir hamilik yaratıp ayakta tutabilirse milliyetçiliği kamçılayabilir ve toplumun en gericilerini neo-Osmanlı planları etrafında toplayabilir. Gerçekte bu Erdoğan'ın gücünü değil, geçtiğimiz yıllarda gözlemleyebildiğimiz artan zayıflığını gösteriyor. Endişe içinde, durumunu düzeltebilmek için, tıpkı bölgeye müdahale edebilmek için bugüne kadar suya düşen bütün planları gibi her an ters dönebilecek riskler almak zorunda kalıyor.

Trump ve Amerikan Emperyalizminin Krizi

Birliklerin çekileceğini açıkladıktan sonra Trump'dan ard arda çelişkili tweetler var açıklamalar geldi. Öyle ki, aynı anda hem kararını savunuyor hem de bunun için özür diliyor gibiydi. Önce Türkiye'nin önemli bir ticaret partneri ve NATO üyesi olduğunu söyleyerek savundu kararını. Sonra "eğer Türkiye benim büyük ve ulaşılmaz bilgeliğimle tabu olarak gördüğüm herhangi bir şey yaparsa Türk ekonomisini yerle bir ederim. Bir kez yaptım" diyerek böyle bir durumda Kürtler'i desteklemeye devam edeceğini söyledi. Daha sonra ABD nin Orta Doğu'daki varlığının ulusun tarihindeki en büyük hata olduğunu söylerek şöyle bir tweet attı: "Şimdi yavaş ve dikkatli bir şekilde muhteşem askerlerimizi eve getiriyoruz. Büyük resme bakıyoruz. ABD her zamankinden daha büyük ve güçlü!" Bir gün sonra ise Kürtler de ikinci Dünya Savaşında Amerika'ya yardım etmemişti diyerek açıkça davranışını savundu.

Bu manik söylemler elbette Donald Trump'ın ruhsal durumu hakkında bilgi veriyor fakat bu aynı zamanda ABD içindeki egemen sınıf içindeki ayrışmayı ve Amerikan Emperyalizminin krizini de yansıtıyor. Bu bölünmüşlük, Suriye savaşının erken dönemlerinde CIA tarafından desteklenen islamcı güçlerle Pentagon tarafından desteklenen Kürt birlikleri 2016 da Azaz şehri etrafında birbirlerine ateş açtığında kendini göstermişti. Bu çatışmanın üstü örtülerek taraflar arasında fiili bir ateşkes hali yaratıldı. Ta ki Suriye'de taşlar yerine oynayana kadar. Fakat er ya da geç bir karar verilmeliydi. ABD ya, Türkiye ile daha büyük anlaşmazlıkları ve perspektif olarak bir mağlubiyeti göze alarak kendini Suriye'nin derinliklerine gömecek ya da Suriye'den çekilerek Rusya ve İran'ın güçlenmesine izin verecekti. Emperyalistlerin bakış açısından hiç bir zaman doğru yoktur. Bu anlaşmazlık boşuna tekrar patlak vermedi.

Trump çekilmeyi açıklarken (kesin bir tarih vermediği halde) Washington Post: "Savunma ve Dışişleri Bakanlığı'nın kulislerde, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere ABD nin Suriye'deki müttefiklerine, sadece bir avuç askerin çekileceğini ve yaklaşık 1000 kadar askerin Suriye'de varlığı ve misyonunun değişmeyeceğine dair garanti vermemekte acele ediyordu." diye yazıyordu. Kürt güçlerini Rusya ve İran'ın etkilerine karşı bir kale gibi kullanmak isteyen Pentagon açıkça çekilmeyi sabote etmeye ve mümkün olduğunca geciktirmeye çalışıyor. Diğer yandan iki partiden de politikacılar Trump'ı kongrede eleştirdi. Sağ cumhuriyetçi Lindsey Graham demokratlarla birleşerek, Türk askerine ve hatta Erdoğan'ın kendisine ambargolar getirmek üzere bir kanunun çıkarılması için uğraştı. Marco Rubis ve Adam Kitzinger gibi diğer politikacılar da bu kararı en sert şekilde eleştirdiler. Görevden alınma tehdidi ve gelecek yılki başkanlık seçimleri dolayısıyla bu cumhuriyetçilerin desteği Trump için oldukça önemli. Bu insanların perspektifinden, Suriye'den çekilmek Rusya ve İran karşısında yenilginin kabul edilmesi demek. Bu aynı zamanda hem düşmanlarına karşı hem de artık onların yanında olduklarına inanmayacak olan müttefiklerine karşı uluslararası bir imaj ve güven kaybı.

Haklılar. Ama Trump'ın da doğru bir şekilde vurguladığı üzere ABD milyarlarca dolar ve binlerce askerin hayatını, Orta Doğu'da başkalarının (yani AB deki ve Körfez'deki egemenler) savaşı için kurban etti. Suriye'deki görev de bunun dışında değil. Trump ayrıca, aksi takdirde Avrupa'ya kaçacak olan onbinlerce IŞİD savaşçısı Kürt bölgesinde esir tuttuklarını, buna rağmen Avrupa'lı güçlerin Suriye'deki Amerikan müdahalesine çok kısıtlı olarak katılacaklarının da altını çizdi. Şimdi bu esirler doğal olarak serbest kalacaklar ve Trump'a göre Avrupa'nın sorunu olacaklar. Bütün bu savaşlardan geriye Amerikan egemen sınıfına trilyonlarca dolar devlet borcu ve derin bir ekonomik ve toplumsal kriz kalıyor. Amerikan halkı savaştan bıktı ve Amerikan askerinin Orta Doğu'dan çekilmesi, Trump'ın bir sonraki seçimlerden önce gerçekleştirmek istediği bir seçim vaadi idi.

Trump görece bereketsiz topraklarda yaşayan, ekonomisi az gelişmiş ve uluslararası küçük bir anlamı olan Kürtler'de büyük bir fayda görmüyor. Diğer taraftan Suriye'deki Amerikan varlığının -önemli bir NATO üyesi olan, bir Amerikan hava üssü ve atom silahları barındıran- Türkiye'yi Rusya ve İran'ın kollarına ittiğini görüyor. Erdoğan geçtiğimiz yıllarda Amerikan Emperyalizminden uzaklaşmış. Bu özellikle IŞİD'in Suriye ve Irak'taki yükselişi sırasında açıkça görünüyordu. Türkiye ve diğer ABD müttefikleri Esad'ı devirmek için IŞİD i finansal ve lojistik olarak desteklerken, ABD IŞİD i bölgedeki denge için bir tehdit olarak görüyordu. Diğerleri ise Esad'ı devirdikten sonra içeri dalıp kukla hükümetler kurabileceklerini düşünüyorlardı.

Ama bölgeye donanımlı birlikler göndermiyorlardı ve Amerikan Emperyalizmi başka güçler aramak zorundaydı. Örneğin Irak'ta İran'lı milislerin iletişim ağına dayanmak zorunda kalmıştı. Fakat körfezdeki Amerikan müttefikleri kızınca, İran'a ve daha sonra Rusya'ya karşı kutup olabilmek için Suriye'deki PKK müttefiği milislere dayanmak zorunda kalmıştı. Bu da potansiyel bir Kürt bağımsızlığını varlıksal bir tehdit olarak gören ve Suriye'de ve Irak'ta kendi emperyalist planları olan Türk egemenlerini kızdırdı. Bunun ardından gelen kriz Suriye ve ABD yi karşı karşıya getirirken, Türkiye, Rusya ve İran arasında daha iyi ilişkilere yol açmıştı. Trump geri çekilmenin ve Kürtler'i bırakmanın Türkiye ile ittifakı güçlendireceğine inanıyor. Ve haklı. Rusya ve Esad rejimi İran'dan Kürtler'i silahsızlandırmak ve Suriye'deki etkilerini arttırmak için saldırmaya hazır oldukları sinyalini veriyor. Her şeyden önce, ABD nin zararına, bölgedeki üst egemen güç olmak için Rusya'nın kullanacağı etki. Fakat bu kararı Trump veremez. Tıpkı Obama'nın da veremeyeceği gibi. Atom anlaşmasını onaylayarak, Amerikan Emperyalizminin krizini ve sınırlarına ulaştığı gerçekliğini de kabul etmişti. Ekonomik, politik ve toplumsal olarak içine battığı kriz askeri olarak istediği gibi müdahale etmesine izin vermiyor.

Pek tabi ki Trump ve Erdoğan arasında detaylarını ancak gelecekte öğrenebileceğimiz bir anlaşma var Trump sürekli olarak destek arayışında ve özellikle ABD egemen kliğini tamamen izole ettikten sonra bu desteği yurtdışında da arıyor. Suudi veliaht prens Mohammed bin Salman ve (her ne kadar yakında kendi kanatları kopacakmış gibi görünüyorsa da) Benjamin Netanjahu gibi.

ikiyüzlülük

Trump hakkında ne düşünülürse düşünülsün, gerici niyetleri ve hedefleri hakkında bütün diğer burjuva politikacılarından daha dürüst. Tam da bu dürüstlüğünden dolayı burjuvazi ondan bu kadar nefret ediyor. Batılı politikacıların "Kürtler'in demokratik hakları" hakkındaki bütün konuşmaları kendi çıkarlarını maskelemek için. Daha bir kaç gün önce Kürt Güçleri terörist olarak adlandırılıyordu. Gerçekten de PKK ve kardeş organizasyonu PYD hala AB ve ABD terör örgütleri listesinde.

Gerçi Suudi egemenleri, Mısır'daki kuklalarıyla birlikte Türkiye'nin saldırısına karşı olduklarını açıkladılar. Fakat bu bin Salman ya da al-Sisi Kürtler'in demokratik hakları ile ilgilendiği için değil, aksine Suudiler Kürtler'i İran'a karşı potansiyel yardımcı olarak gördükleri için. Hatta Suudiler İsrail ile birlikte Irak'taki İran destekli birlikleri vurmak için Kürt askeri havaalanını kullanıyor. Ayrıca Suudiler Türkiye'yi özellikle Sünni bölgelerde, egemen güç olma mücadelesinde rakip olarak görüyorlar. Ayrıca Türkiye'nin kendi ülkesindeki rakibi Müslüman Kardeşleri destekliyor olması da Al-Sisi'nin Türk emperyalizmine karşı durmaktaki itici motivasyonu.

Anlaşıldığı üzere BM Güvenlik Komisyonu da Suriye'yi konuşmak üzere bir araya gelecek. Bunun için beş ülke, İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika ve Polonya tarafından başvuru yapıldı. Fakat bu beyler ve bayanlar boş sözlerden başka ne sunabilir? (çev. notu: geçen sürede güvenlik komisyonu toplandı ve saldırının kınanması teklifi ABD ve Rusya'nın vetosuyla reddedildi.) Eğer bu uluslar konuyla gerçekten ilgilenselerdi, bölgedeki askeri varlıklarını güçlendirerek Trump'ın defalarca vurguladığı gibi ABD nin işini üstlenirlerdi. Fakat AB liderleri tabi ki savaştan ve kan gölünden, bundan kâr edebilecekleri güvenli bir mesafede durmayı tercih ediyorlar. İkiyüzlü yakınmaları bütün bu olanlardaki en iğrenç şey. Bu AB 2016 da mülteci akınını durdurması için Erdoğan'a milyarlarca EUR ödenmesini onayladığında başlamıştı. Erdoğan eğer operasyonunu işgal olarak tanımlarlarsa, kapıları açıp milyonlarca mülteciyi AB ye salmakla tehdit ediyor.

Kürtler'in Talihsizliği

Egemen sınıfın çıkarları nereden gelirlerse gelsinler, yoksul ve ezilen yığınların çıkarları ile doğrudan karşıtlık içindedir. "Küçük" milletler her zaman büyüklerin oyunundaki bozuk paralardır. Bu küçüklere ihtiyacı kalmadığında onları vurmak ya da bunu yapmak için başkalarına izin vermekte hiç bir engel tanımazlar. ABD, Rusya, Esad rejimi ve hatta Erdoğan çeşitli zamanlarda Kürtler'e destek sözü verdiler. Fakat kendi çıkarlarına uyar uymaz hepsi de Kürtler'e ihanet etti.

Bunlar şimdi Kürt halkının en sert şekilde öğrenmesi gereken dersler. Fakat Kürt liderlerinin emperyalist güçlerin desteğini araması daha büyük bir hata olurdu. Geçtiğimiz günlerde bütün büyük kapitalist güçlere başvurdular. Önce Türkiye'ye karşı Rusya ve Esad rejiminin desteğini istediler. Bunlar yardım etmek için elbette çok istekliydiler -- eğer YPG silah bırakır, bütün özerk yapılanma ve demokratik kazanımlar terkedilir ve Kürtler'in Suriye'de başardığı her şey eski haline getirilirse. Bu tam bir kapitülasyon olurdu.

Aynı zamanda Rojava yönetim kurulu başkanlarından İlham Ahmed bir Avrupa ülkesindeki AB basın toplantısına katılarak, Avrupa'lı liderleri Kürtler'i yalnız bırakmamaları ve Türkiye'yi uluslararası hukuğu çiğnediği gerekçesi ile cezalandırmak için hava sahası yasağı getirmeleri için ikna etmeye çalıştı. AB liderleri Kürtler'in demokratik hakları ya da herhangi başka bir şeyle ilgilenmiyorlar. İlgilendikleri tek şey sadece kendi burjuvazilerinin çıkarları. 2016 daki kirli mülteci anlaşmasının yanısıra Angela Merkel Kürtler'e karşı kanlı bir savaş sürdüren Erdoğan'ın seçim kampanyasını da desteklemişti.

Türkiye'nin PYD tarafından durdurulan Afrin atağından bu yana 2 yıl bile geçmedi. Pentagon o zaman "Biz onları (Kürtler'i) sürdürdüğümüz IŞİD i temizleme operasyonunun bir parçası olarak görmüyor ve onları desteklemiyoruz. Onlarla ilgimiz yok." demişti. Ardından da şu şekilde bir açıklama geldi. "Umuyoruz ki Afrin'deki operasyon bir an önce biter ve biliyoruz ki Türkiye sivil kayıpları engellemek için her şeyi yapacaktır. Bundan hiç şüphemiz yok." Bu demek oluyor ki, Pentagon Türkiye'nin hızlı bir şekilde zafer kazanmasını umuyordu! AB her zamanki gibi timsah gözyaşları akıtıyordu ama İngiltere Dışişleri Bakanı Birisi Johnson "Türkiye'nin sınırlarını korumaya hakkı var." diyordu. Geçen sürede Almanya Türkiye'ye ve "barışın güvencesi" Rusya'ya silah gönderiyordu. Rusya da kısa bir süre sonra çekilerek hava sahasını, onbinlerce masum insanı bombalayabilsin diye Türkiye'ye açmıştı. Kötü donanımlı, kahramanca çarpışan Kürtler'in doğrudan bir çatışmada Türk askeri aygıtına karşı hiç şansları yoktu. Tek çıkar yol, Türkiye'de bir hareket inşa edip, Türk askerinin içindeki sınıfsal içgüdüye seslenerek, bu yolla sınıfsal bir ayrışmaya sürüklemeyi denemekti. Fakat bu Kürt liderlerine imkansız görünüyor gibiydi.

Ve bütün bu tecrübelerden sonra Kürt liderleri kapitalist güçlere olan bağımlılıklarına sıkı sıkı tutunmaya devam ettiler. Devrimci bir hareketin emperyalistler arasındaki ayrışmayı kullanmasında tabi ki yanlış bir şey yok. Fakat bu güvenmek ve onları davet etmek ölümcül bir hatadır.

Gerçekte bu taktik Kürt hareketine hiç bir zaman çok şey getirmedi. İleri doğru bir adım attığında bu hep devrimci ve sınıf tabanlı yığın hareketleri sayesinde oldu. Emperyalistlerle ortak çalışma sonucunda değil. Hareket Türkiye'de yükseldiğinde HDP sadece Kürt bölgelerinde değil de bütün Türkiye'de sahneye çıktığı, radikal bir söylem ve sınıfsal taleplere kendini dayandırdığı içindi. 1989 lerden beri, egemenler tarafından her zaman bölünmüş olan Kürt ve Türk işçileri arasındaki köprü ilk kez yeniden kuruldu ve bu Erdoğan için varlıksal bir tehdit haline geldi. Daha önce söylediğimiz gibi batı bölgelerinde en güçlü vakumu yaratan Suriye'deki devrim hareketi de PYD nin kontrolü ele almasına izin verdi.

Kürt hareketinin demokratik yapılar ve devrimci perspektif üzerinde yükselen çekim gücü, Kürt bölgesinin sınırlarını aşarak bütün Orta Doğu ve ötesinde milyonlarca işçi,yoksul ve gence ilham kaynağı oldu. Kürt liderleri bu devrimci potansiyeli kullanmak yerine, emperyalist güçler arasında manevralar yapmayı denediler ve hep daha fazla taviz verdiler. HDP Cizre, Silopi, Hakkari ve Şırnak gibi büyük şehirler başta olmak üzere bir dizi bölgede fiili iktidar sahibi iken de benzer bir tutum sergiledi. 2015 te Erdoğan Kürtler'e karşı savaşını başlattığında yığınlar ayaklandı ve sonuna kadar savaşmaya hazırdı. Fakat PKK büyük bir silah kaynağı ve Suriye'deki savaştan tecrübesi olduğu halde halkı silahlandırmayı ya da en azından bir genel grev çağrısı yapmayı reddetti. Yapmadı çünkü müttefiklerini özellikle de ABD yi kızdırmak istemiyordu. HDP yi de daha milliyetçi bir politikaya yönlendirdi ki bu, yükselen işçi mücadelesini bölmeye çalışan Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürmek oldu. Sonuç olarak Erdoğan'ın savaşı onbinlerce Türkiyeli Kürdün yerinden edilmesine koskoca bir bölgenin talan edilmesine sebep oldu. Bir çok köy ve şehir tümden yerle bir edildi. Bu Kürt hareketi için önemli bir yenilgi ve Kürtler için moral kırıklığı demekti.

Hareketin liderleri Suriye'de bir dizi taviz verdi. Afrin'de Rusya'nın onları koruyacağını düşünüyorlardı ama Putin hiç düşünmeden onları sırtından vurdu. PYD yönetimi Amerikan Emperyalizmine karşı da tavizler verdi. Örneğin; Schammar aşireti ve diğer gerici birliklerle ittifaka giderek onları Suriye Demokratik Güçleri (Rojava'nın resmi ordusu) içine aldılar. Ayrıca pek çok kez Rojava Anayasası'nda değişiklik yapıp yumuşattılar. İlhan Ahmed gibi liderler Amerikan Kongresi'ni ziyaret ederek Paul Ryan gibi gerici cumhuriyetçilerle anlaşmaya hazır olduklarını gösterdiler ve hatta Suudi Arabistan'a bile birlikte çalışmayı önerdiler. Bunun yanında PKK de Türkiye, Irak ve başka yerlerde müttefiklerinin ayağına basmamak için devrimci faaliyetlerini yavaşlattı. Bütün bunlar Kürt halkının tek gerçek müttefiki olan yığınların gözünde hareketin otoritesinin azalmasına neden oldu. İlk olarak Haziran'da ABD nin direktifi ile Türk sınırındaki ağır silahlarını çekmiş ve ABD ile Türkiye'nin sınırda devriye gezmesine izin vermişlerdi. Fakat Pentagon'dan bir yetkilinin itiraf ettiği gibi: "Biz hatırı sayılır bir zaman ve emek harcayarak bir 'güvenlik bölgesi' oluşturmaya çalıştık ve bunun Türkiye'yi tatmin ederek bir saldırıyı engelleyebileceğini umduk. Fakat Türkler bunu saldırıları için keşif amaçlı kullanarak bizi kandırdılar." Erdoğan'ın sinsiliği yalnızca bir aptalı şaşırtabilir!

PKK yükselişinin doruğunda Türkiye'nin güney sınırlarını da içine alan koca bir bölgeyi kontrol ediyordu. Afrin'den başlayarak sadece Türkler tarafından kontrol edilen bir kaç küçük bölgenin böldüğü, Menbiç üzerinden Kuzey Suriye'ye, ordan güneydoğu Türkiye'ye, örgütün İran sınırındaki Dohuk bölgesi ve Kandil dağlarını kontrol ettiği Kuzey Irak'a kadar uzanıyordu. Bu devrimci bir mücadele için temel olabilir, öncelikle Kürtler'in özgürlüğü (bütün Kürt bölgelerinde yankı bulacak bir slogan) için, Suriye, Türkiye, İran ve Irak'ta ezilen bütün halkların ortak bir isyanı örgütlenebilirdi. Fakat gördüğümüz gibi örgüt "Suriye'de çok meşgulüz" "Bu kadar çok cepheyi aynı anda açmak istemiyoruz" diyerek bunu yapmaktan kaçındı ve kendini bu devletlerdeki özerk bölgelerle sınırladı. Gerçekte bu PKK liderlerinin burjuvazi ile anlaşma çabalarının üstünü örtmekten başka bir şey değildi. Fakat burjuvazinin çıkarları yoksul Kürtler'in çıkarlarına zıt. Bu gerçeklik en akıllıca manevralarla bile geçiştirilemez. Burda hata burjuvazinin değil tanınmalarının yolunun burjuvazi ile anlaşmaktan geçtiğine inanmış Kürt liderlerinin hanesine yazılacak.

Erdoğan'ın Saldırısına Karşı Devrimci bir Mücadele İçin

Şimdi Kürt halkının geri kalanıyla beraber satılıyorlar. Bu kesinlikle öngörülebilirdi. Bu demek oluyor ki geçtiğimiz 100 yılda defalarca olduğu gibi Kürtler için yeni bir trajedi hazırlanıyor. Bunu engellemek için yapılması gereken BM binalarında basın toplantısı düzenlemek değil, aksine Kürt halkının devrimci geleneğine geri dönerek bölgesel ve uluslararası bir sınıf dayanışması çağrısında bulunmaktır.

Önce Türkiye'deki Kürt bölgelerinde bir genel grev çağrısı yapılmalıdır. Bu, halkın silahlandırılması ve mahalle/savunma meclislerinin örgütlenmesi ile birleştirilmelidir. Savaş Türkiye'ye tanınmalıdır ama sınıfsal temelde, gerçekte Erdoğan'ın elindeki ipleri daha da sıkılaştırmaktan başka bir işe yaramayan terör saldırıları şeklinde değil.

Sonra Kürtler alenen, bölgede nefret edilen ABD emperyalizmi ile olan ilişkilerini koparmalı, ardından Türkiye'deki işçi örgütlerine ve sendikalara savaşın bitirilmesi için genel grev örgütlemeleri çağrısında bulunmalıdırlar. Fakat daha sonra bunun ötesine geçerek, Erdoğan rejimine karşı ve daha yüksek maaş, istihdam, sağlık ve eğitim sisteminde iyileşme gibi sosyal ve ekonomik taleplerle genel mücadeleye katılınmalıdır. Böyle bir açıklama, ekonomik kriz altında yaşam koşulları giderek kötüleşen Türkiye'de kesinlikle geniş bir yankı bulacaktır.

Ayrıca askeri birlikler içinde gizlice yayılacak bir çağrı da orduya yapılmalı ve barış içinde beraber yaşama ve Erdoğan rejimine karşı birlikte mücadele etmek önerilmelidir. Erdoğan rejiminin işçi ve yoksullara devamlı saldırılarına işaret ederek, gerçekte nasıl gerici olduğu gösterilmelidir. Erdoğan'ın Türk askerini doğrudan cepheye sürmekte ne kadar dikkatli olduğu açıkça görülüyor. Bunun sebebi Türkiye toplumu içindeki genel hoşnutsuzluğun ordu içinde yansıma bulabileceğinden korkuyor olması.

Bu neredeyse ilk çatışmaların bütün yükünün cihatçıların omzuna yüklenmesinin temel sebebi. Bu Erdoğan'ın kendi ülkesindeki zayıflığını ve Türk askerinin kalbine giden yolu kuvvetli bir şekilde gösteriyor. Kürtler onları ancak sınıfsal temelde bölerek yenebilirler. Türk Ordusu hem Suriye'de hem de Türkiye'de devrimci temelde şiddetli ve silahlı bir direnişle karşılaşırsa yoğun bir baskı altına girer ve sınıf temelli isyanlar için gerekli şartlar oluşur.

Aynı önlemler bütün bölgede, özellikle rejime karşı birlikte mücadele çağrısının geniş yankı bulacağı hiç şüphesiz olan Irak, İran ve Suriye'de aynı anda alınmalı. Irak'ta geçtiğimiz hafta rejime karşı geniş protestolar yaşandı. Yığınların İran'da da Mullah rejimine karnı tok.

Avrupa'da liman çalışanlarının Suudi Arabistan'a silah sevkiyatını protesto etmek için yaptığı grevler, batıda da bir sınıf dayanışması potansiyeli olduğunu gösteriyor. İşçi örgütleri ve sendikalar Türk savaş makinesine silah sevkiyatını engellemek için derhal grevler ve boykot örgütlemelidir.

Eğer bütün bu önlemler cesur ve kararlı bir şekilde uygulanırsa, Kürtler Türk Ordusunu yenebilir. Fakat Kürt liderleri emperyalist ve kapitalistlerin yörüngesinde hareket etmeyi sürdürürlerse hangi şekilde olursa olsun bir yenilgi garanti. Kürt yığınları sonuna kadar mücadeleye hazır olduklarını her zaman gösterdi. Bu savaşı sonuca ulaştırmanın zamanı geldi. Bunun için mücadele Kürtler'i son 100 yıl boyunca ezen ve sömüren kapitalist sisteme yönelmelidir.

*Türkiye'nin Rojava'ya saldırısına son!

*Silah sevkiyatına karşı grev/boykot düzenlenmesi için uluslararası dayanışma!

*Bu emperyalist savaşın devrimci bir savaşa dönüştürülmesi için!

*Sosyalist Orta Doğu'nun bir parçası olarak bağımsız sosyalist Kürdistan!